Şu sıralar pek saygıdeğer arkadaşlarımın var olduğu grubun adı. Biraz fazla boş ama bir o kadar da gerekli, bir şeyleri kaybederken yaratılan boşluk.
Ne kadar da acayip kendi kaderimizi yazmak. Her şey tıkırında gidiyor, ama ben size nasıl anlatabilirim ki?..
Bazı düşünceler anlatılma çabasına girildiği zaman boşluğa yuvarlanır gidermiş. Tanımlar, tanımlamalar, dilin kendisi asıl önemli olan bu hususta.
İnsanlardan uzaklaşmak üretkenliği arttıran bir eylem. Tecrübelerin harmanlandığı yalnızlık. Ne kadar da sakin huzurlu...
Duygular, düşünceler, dil yoluyla değil de hisler yoluyla aktarılabilseydi, zorunlu olarak Bir'de toplanacaktık. Ne de olsa hepimiz biliyoruz kendimizce, herkes kendi aklından ne kadar da memnun. Var olan hissi anlama çabamız bizi farklı kılan etmenlerden birisi. Herkes birbirini bu kadar kolay anlasaydı yaşamanın ne anlamı kalırdı ki?
Kendimizden katarak yorumlayabilme yetisi. İnsanlar yanlış anlaşılmasa yazacak hikayeleri olmazdı herhalde demişim bir yerlerde ne kadar da doğru demişim. Ne zaman yanlış konuştum ki zaten?
"Hiçbir doğrum yoktur ki yanlış olduğunu da düşünmeyeyim." Şüpheci yaklaşım. Bugüne kadar da en çok da kendime şüpheci yaklaşmışım, bir de "zannetmek" var, pek baş belası. En kötü zanları hep kendi aleyhime kullanmışım.
Kendine olan nefretini seven bir insanım ben. En derinlerde, benim ulaşabileceğimin de uzağında, siz güzel insanlara karşı içimde nefret görüyorum. Ama ne yapayım? Bu hayatta kim kötü olmayı istemiş ki? Edilgen haller, pasif durumlar, etkiye karşı zorunlu olarak kendi kontrolümüzün dışında verdiğimiz tepkiler...
Bir insan sadece istediği için nefret edebilir mi, insan istediği için öfkelenebilir mi, insan sadece istediği için sevebilir mi, peki bir insan ki sadece inanmak istediği için inanabilir mi?
Etkilerin varlığı olmadan ne kadar varız hiç sordunuz mu ki? Duyularını kaybetmiş bir insan gerçekten de var mıdır? Peki duygularını kaybetmiş bir insana ne demeli?
Kaybetmek, kayıp olmak, "alışmak", normalleştirmek var olan güzellikleri bizden götürmedi mi?
"Kalabalığa insanların arasında olmaya çok alıştım ama yalnızlığa daha çok alıştım."
Baksanıza, zıtlıklar birbirlerini ne kadar da güzel bütünlüyor.
İnsan farklılıklara ne kadar da hızlı alışıyor. Normalleştirme hızımız düşündüğümüzden de fazla. Üremek, üretmek, fikir yürütmek, aralarında pek fark göremiyorum. Genetik çeşitlilik olmayınca biyolojik hatalar meydana gelmiyor mu? Peki neden farklılıklara bu kadar saygısızız? Toplumun normalleri. Kısıtlanmış "Aidiyet" duygusu. Oysa hepimiz birbirimize ait değil miyiz?
"Kendime olan nefretimi seviyorum, çünkü sizlere olan nefretimden nefret ediyorum. "
24 Ocak 2020 Cuma
14 Ocak 2020 Salı
VADELİ ŞİİR
Sîne hâhem şerha şerha ez-firâk
Tâ bi-gûyem şerhi derdi iftirâk
(Ayrılıktan parça parça olmuş bir gönül isterim ki
bu derdin inilitsini duyursun! -neyin deliklerine işaret- )
Mevlânâ
Birazdan okuyacağınız şiir kendi heyûlâtı ve şübehâtı içinde boğulmuş
bir Âdemoğlu’nun sessiz çığlıklarıdır:
VADELİ ŞİİR
Ana rahminden dünyaya göz açtım erken
Muammanın içine tam vaktinde düşmüşüm
Ten kafesinde ‘biraz insan olayım’ derken
Gölge oyununda gerçek ile düşmüşüm
Buradan bulsam yare bir varan yol
Kıtalar ayağımda dürüldü sanırım
Bilmiş olsam çarkını çeviren kol
Durmadan isimlerini sayar,tanırım
Söner gider yıldız, göğe çıkınca güneş
Gözleri dönen güneşe sonuna dek gitmeli
Bir mızrak boyunca kıyametime gün, eş
Mutlaka mumlar sönsün güneş bana yetmeli
Hâkî bir kezzab imiş, adamlıktan dem vurur
Kendini söyler sanır, anlatamaz yad eli
Taş duvardan kalplere bir gün elbet nem vurur
Okuyana bir ibret, şiirimiz vadeli