Bugün aynaya baktığımda her zamankinden daha mutlu bir insan gördüm. Yüzünde geçmişe dair hiçbir pişmanlığı olmayan, kendi varlığını bütünüyle kabul etmiş birisiyle karşılaştım.
Mutluluğum her zamanki gibi çok uzun sürmedi. Birden yüzüm düştü, bir sorun vardı. Derin düşüncelere daldım.
Pişmanlığı olmayan birisi için tüm sorunlar bitmiş miydi?
Durdum, biraz daha düşündüm...
Beni endişelendiren gerçekten de neydi? Cevabı aynaya bakarken buldum: "Geleceğe dair kaygılarım ve anın gerginliğinde kayboluşum..." Sorunun varlığının artık farkındaydım.
Peki ya nasıl bırakabilirdim bu kaygıyı, nasıl memnun bir hayat yaşayabilirdim?
Söylendim kendi kendime: "Benim bir sınırım var; yapacaklarım kısıtlı, hayatın bana sunduğu imkanlar kısıtlı ve bu herkes için geçerli… Ben yapabileceğimi yaptıktan sonra sonuç beni gerçekten ilgilendirir mi? Benim yolum belli..."
Erdemler üzerine kurulu bir hayat yaşamayı amaç edinmiş birisinin şikayet etmeye hakkı var mıydı?
Pek tabii olarak hakkımdı şikayet; erdemlerimden birisi nede olsa adaletti…
Peki ya kime şikayet edecektim?
Doğru kişiyi bulmam çok önemliydi. Biraz daha derine inmeyi denedim, en sonunda gözlerini üzerimde buldum, korktum... Öyle çok uzakta değildi, belki bir kişi veya varlık da değildi; kendisi geçmişte, gelecekte ve şimdide gizliydi.
Evet, O varoluşun ta kendisiydi! Başlangıç ve sondu, tüm bu olan bitene tek şahitti…
Biliyordum, beni her zaman avutan da o değil miydi?
Başım sıkıştığında çözüm olan ve her yanlışımda da beni cezalandıran...
Kararımı verdim, bundan sonra sadece Zaman'a yakınacaktım dertlerimi...
29 Haziran 2018 Cuma
14 Haziran 2018 Perşembe
Huzur
Bugün her zamankinden daha stresliyim, mutsuzum pencerenin yanında yatmama rağmen karanlıktayım.
Çoktan kapattım siyah perdelerimi...
Işıktan aydın olmaktan kendim kaçtım, sorumluluk almak istemedim. Soruyorum kendime: "Neden isteyeyim ki böylesi daha kolay değil mi?", gerçi öteki türlüsü de yoruyor beni...
Savunma mekanizmam beni tetikliyor, demek akıl sağlığım için bugün de dışarı çıkmak zorundayım. Arabaya bindim, arka koltuktayım, kendi makam koltuğumda...
Açtım penceremi, dinliyorum müziği, gökyüzünü izliyorum. Rüzgar yüzüme esiyor hiç olmadığım kadar huzurluyum.
Peki ya şimdi neden bu kadar mutluyum ?
Neden mi? Bugüne kadar hep seyirci idik sevdik izlemeyi, harekete geçmeyi değil var olanı sevdik. Bir zamanlar biz de vardık, şimdi sadece var olmaya çabamız. Bu uğraş bizi de etrafımızdakileri de yordu.
Soruyorum size dayatılanı izlemek mi yoksa dayatılanı yaşamak mı; cevabınız iki türlüydü de ister istemez yaşıyoruz ikisini de. Her birimiz kendi gözümüzden yaşıyoruz. Her gün sürprizlerle karşı karşıyayız belki iyi belki kötü bu sürpriz;
İyi yada kötü olması gerçekten önemli mi?
Bizi var eden tecrübelerimiz demedik mi, iyi yada kötü farkeder miydi?
İyi bugüne kadar neler kattı bize zayıflatmadı mı bizi ?
Peki ya kötüye ne demeli, zayıflatırken güçlendirmedi mi bizi?
Daha sağlam atmadık mı adımlarımızı ilerlerken?
Şimdi soruyorum size: Güçlü olmak mı zayıf olmak mı ?
Ne fark ederdi ki, ikisi de götürdü bizden benliğimizi... İzlemeyi seviyoruz çünkü daha kolay böylesi.
Tabii ki oynamak mecburiyetimiz idi, bize seçim şansı tanınmamıştı ama bir çıkış yolu bulduk...
Ne mi yaptık? Önce oynadık sonra oynattık çünkü seviyoruz izlemeyi.
İnsan en çok neyi izlemeyi sever dersiniz? Kendi dahil başkalarına da izletebildiğini.
Soruyorsunuz, Tanrı neden mi yarattı insanı? Her şeyden iyi biliyordu çünkü izlemekteki huzuru.
Işıktan aydın olmaktan kendim kaçtım, sorumluluk almak istemedim. Soruyorum kendime: "Neden isteyeyim ki böylesi daha kolay değil mi?", gerçi öteki türlüsü de yoruyor beni...
Savunma mekanizmam beni tetikliyor, demek akıl sağlığım için bugün de dışarı çıkmak zorundayım. Arabaya bindim, arka koltuktayım, kendi makam koltuğumda...
Açtım penceremi, dinliyorum müziği, gökyüzünü izliyorum. Rüzgar yüzüme esiyor hiç olmadığım kadar huzurluyum.
Peki ya şimdi neden bu kadar mutluyum ?
Neden mi? Bugüne kadar hep seyirci idik sevdik izlemeyi, harekete geçmeyi değil var olanı sevdik. Bir zamanlar biz de vardık, şimdi sadece var olmaya çabamız. Bu uğraş bizi de etrafımızdakileri de yordu.
Soruyorum size dayatılanı izlemek mi yoksa dayatılanı yaşamak mı; cevabınız iki türlüydü de ister istemez yaşıyoruz ikisini de. Her birimiz kendi gözümüzden yaşıyoruz. Her gün sürprizlerle karşı karşıyayız belki iyi belki kötü bu sürpriz;
İyi yada kötü olması gerçekten önemli mi?
Bizi var eden tecrübelerimiz demedik mi, iyi yada kötü farkeder miydi?
İyi bugüne kadar neler kattı bize zayıflatmadı mı bizi ?
Peki ya kötüye ne demeli, zayıflatırken güçlendirmedi mi bizi?
Daha sağlam atmadık mı adımlarımızı ilerlerken?
Şimdi soruyorum size: Güçlü olmak mı zayıf olmak mı ?
Ne fark ederdi ki, ikisi de götürdü bizden benliğimizi... İzlemeyi seviyoruz çünkü daha kolay böylesi.
Tabii ki oynamak mecburiyetimiz idi, bize seçim şansı tanınmamıştı ama bir çıkış yolu bulduk...
Ne mi yaptık? Önce oynadık sonra oynattık çünkü seviyoruz izlemeyi.
İnsan en çok neyi izlemeyi sever dersiniz? Kendi dahil başkalarına da izletebildiğini.
Soruyorsunuz, Tanrı neden mi yarattı insanı? Her şeyden iyi biliyordu çünkü izlemekteki huzuru.
Yalnızlık
Kendi karanlığıma bir türlü ulaşamadım, vardığım en karada bile aydınlık var iken, gözlerimi açtığımda var olan ışığın beni kör etmeyeceğinin garantisini kimden alabilirdim?
Yine her zamanki yerimdeydim. Karanlıkta olmama rağmen ışıl ışıl görüyordum, göz kapaklarımın örtünmesi görmeme engel olmuyordu.
Uzlete çekilmiş bir şekilde oturduğumu sanmıştım, duyduğum ritmik sesin beni benimle yalnız bırakmadığının farkına varmam çok uzun sürmemişti. Hani odanızdaki çarklı saat sizi rahatsız eder de uyumanıza engel olur ya onun misali durmak bilmeyen kalbim bana maniydi.
Kalbimin dinlenme anında bir ömür boyu sıkışıp kalsam mutlak sessizliğe gerçekten ulaşabilecek miydim?
Ne cesaretim ne de takatim harekete geçmem için yetersizdi. Düşüncelerimle çatışırken derin bir uykuya daldım...
Etrafıma bakıyorum, ben neredeyim?
Evet evet, her zaman olmak istediğim yerdeyim! Beyaz odamda... Dört duvar arasında olup olmadığını bile anlayamadığım, köşeleri olsa bile bilemeyeceğim duvar ışığın kendisi olduğundan, hiçbir şekilde yüzeyine gölge düşürmeyen o kör edesi odadayım.
Sadece varım belki bir noktayım belki de bir küreyim, odayla beraber sonsuza dek büyüyorum belki de küçülüyorum. Bilemiyorum...
Bir ses duyuyorum, hayır hayır hissediyorum, herhangi bir duyu organımla değil, kendimle hissediyorum. Mutlak bendeyim ve artık biliyorum. "Ben buradayım."Bir başkasının varlığına muhtaç olmadan da kendimi bilebiliyorum.
Peki ya kimim ben niye buradayım, neden hiç bulunmadığım kadar aydınlıktayım?
Sonunda idrak ettim: "Benim karanlığım gözümün önündeki aydınlık. Ne siyah var nede beyaz sadece bir ben varım.".
Gözlerimi açtım uyandım, artık farkındayım. Artık ben yokum etrafımdakiler var. Bir bedene oturtulmuşum, sınırlandırılmışım, belirli kurallara bağlıyım, zincirlenmişim, özgür değilim...
Bütün bu farkındalıktan sonra ne için özgürlüğü aradığımı anladım. Kendime sordum:
Sadece ben varken de mutlu muydum?
Cevabını alamadım çünkü bu dünyada sınırlıyım:
"Artık var oluşum, belli kurallara ve nedenlere muhtaç bedenim…"
Yine her zamanki yerimdeydim. Karanlıkta olmama rağmen ışıl ışıl görüyordum, göz kapaklarımın örtünmesi görmeme engel olmuyordu.
Uzlete çekilmiş bir şekilde oturduğumu sanmıştım, duyduğum ritmik sesin beni benimle yalnız bırakmadığının farkına varmam çok uzun sürmemişti. Hani odanızdaki çarklı saat sizi rahatsız eder de uyumanıza engel olur ya onun misali durmak bilmeyen kalbim bana maniydi.
Kalbimin dinlenme anında bir ömür boyu sıkışıp kalsam mutlak sessizliğe gerçekten ulaşabilecek miydim?
Ne cesaretim ne de takatim harekete geçmem için yetersizdi. Düşüncelerimle çatışırken derin bir uykuya daldım...
Etrafıma bakıyorum, ben neredeyim?
Evet evet, her zaman olmak istediğim yerdeyim! Beyaz odamda... Dört duvar arasında olup olmadığını bile anlayamadığım, köşeleri olsa bile bilemeyeceğim duvar ışığın kendisi olduğundan, hiçbir şekilde yüzeyine gölge düşürmeyen o kör edesi odadayım.
Sadece varım belki bir noktayım belki de bir küreyim, odayla beraber sonsuza dek büyüyorum belki de küçülüyorum. Bilemiyorum...
Bir ses duyuyorum, hayır hayır hissediyorum, herhangi bir duyu organımla değil, kendimle hissediyorum. Mutlak bendeyim ve artık biliyorum. "Ben buradayım."Bir başkasının varlığına muhtaç olmadan da kendimi bilebiliyorum.
Peki ya kimim ben niye buradayım, neden hiç bulunmadığım kadar aydınlıktayım?
Sonunda idrak ettim: "Benim karanlığım gözümün önündeki aydınlık. Ne siyah var nede beyaz sadece bir ben varım.".
Gözlerimi açtım uyandım, artık farkındayım. Artık ben yokum etrafımdakiler var. Bir bedene oturtulmuşum, sınırlandırılmışım, belirli kurallara bağlıyım, zincirlenmişim, özgür değilim...
Bütün bu farkındalıktan sonra ne için özgürlüğü aradığımı anladım. Kendime sordum:
Sadece ben varken de mutlu muydum?
Cevabını alamadım çünkü bu dünyada sınırlıyım:
"Artık var oluşum, belli kurallara ve nedenlere muhtaç bedenim…"