Bazen öyle güzel sesleniyorsun ki, gecenin en karanlık saatleri dahi olsa tüm işimi gücümü bırakıp yanına geliyorum. Eskiden kapı deliğinden izlerdim hayatımı, sen ise söktün dünyamdan o eski paslı kapımı. Tavanı gökyüzü olan mağaram; sen var olmasan çoktan bırakıp gitmişti aklım beni, belki de sadece yanındayken bırakıp gidiyorumdur peşimi... ;
Kelimeleri ne kadar manalarına uygun kullanıyoruz merak ediyorum. Ne masum kelimeler, bir takım zihinlerce insanlar arasında anlaşılmazlığa sebep olabiliyor. Manadan manaya sürüklenen saf kelimelerin şikayetini siz de duyabiliyor musunuz? Belki de iyiye yormak lazımdır, kelimelerin bu amansız sürüklenişini. Bir zamanlar aşık bir dostum demişti "İnsanlar yanlış anlaşılmasa yazacak hikayeleri olmazdı herhalde” diye. Unutmayın, yazılan her yeni hikaye renk katacaktır benliğinize... Genlerimize kazınmış farklı olmak nede olsa, tıpkı dallanıp budaklanmak isteyen bir ağacın kökü gibi birbirimize karışmak var doğamızda. İnsan her ne kadar anlaşılmayı istediğini iddia etse de anlaşılmamakta ister bilincinin en derinlerinde, demin sözünü ettiğim sebeple birlikte...
Tek dileğim; yanlış anlaşılmaların insanlar arasında bir nefret objesine dönüşmesinin önüne geçilmesi. Kötü niyetli pek az insan tanıdım hayatımda. Kendimizi ne kadar iyi tanıyabiliyoruz ki başkalarının düşünceleri konusunda ahkâm kesme cüretinde bulunabiliyoruz. İnsanlar hakkında iyi zan etmekten başka bir çare bırakılmadı bana, “iddia ettiğim” yolda yürüyorum ne olsa...
Kendi özüne sevgisi olmayanın bir başkasına karşı sevgi duyabileceğini zannetmiyorum. İnsan sadece Öz’de bulunanların yansımalarını görebilir başkalarının üzerinde. Birine karşı duyduğumuz sevgi de özünde kendimize olan sevgidir. Fazlasıyla gerçek olan aynayla karşı karşıya kalan insanın hali ise bambaşkadır. Hayal kırıklığının sebebi de bu değil midir? Derinlerden gelen bir fısıltı geliyor kulağıma; sadece kendime biraz daha yakın olabilmek istemiştim; ama seni kendim sanmıştım ne kadar da safça...
Başkalarına kızmak istiyorum fakat onu da beceremiyorum. Hepimiz aynı özün parçaları değil miyiz? Parçaları dediysem sanmayın ki “Parçalanmış” Bir bütünün kısımlarından bahsediyorum. Ben’deki Biz ’den bahsedip duruyor deli diyorsunuz. Hepimiz aynı noktada tutunmaya başlamadık mı hayata? Bir ortak nokta daha... Madem bu kadar acı çekiyoruz ne kadar da çok seviyormuşuz kendimizi. Daha ne kadar ihanet edeceğiz benliğimize?
İnsanları affedebilirim ama başkalarının beni affedebileceğini de sanmıyorum. Birini affetmek için önce ortada bir suçun olması gerekir değil mi? Söylediklerim anlaşılmamakla birlikte onlara karşı cephe aldığım sanılıyor; Ah, ben ve fesat düşüncelerim! Halbuki tek niyetim: var olan durumun betimlenmesi ve kendim dahil herkes için geçerli bir takım yargıları insanların yüzüne karşı söylemem. Çok sevdiğim bir dostum ağzımdan konuşmuştu ben doğmadan evvel: “Benim sözlerim kibar züppelere kaba gelir” diye ama unuttuğunuz bir şey var sizleri de dostum olarak görüyorum ve unutmayın ki; “Dost acı söyler.”
İnsanların samimiyetini ölçemem ama onların kirletilmiş düşünceleri üzerine iyi zanlarda bulunabilirim, böylelikle onlara olan af kapım her daim açık kalır. Tekrar söyleyeyim kötü niyetli pek az insan tanıdım belki de tam olarak tanıyamadığımdandır kötü niyetli olduğunu sandıklarım. Ben hasarlı bir bütün bırakmak istemiyorum ardımda.
Kendiniz için; bir başkası için değil, Affedin! Boşa stres, boşa baş ağrısı daha ne kadar dayanabiliriz merak ediyorum. Unutmayın, parçalandıktan sonra bir daha toparlanamayacağız. İnsanoğlu Nefret döngüsüne bir son vermeli artık!
“Sevelim, sevilelim.” Sizce kimin tarafından?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder